16 Temmuz 2018 Pazartesi

dünyanın en boktan yazı belki de birinci

okulun ikinci dönemi boyunca yani şubat'tan haziran'a kadar geçen süre içerisinde 75 kilodan 84 kiloya çıkmışım, çünkü yurttaki yemek saatlerini kaçırıyordum ve spora zamanım yoktu ancak yemeğe harcayabileceğim param mevcuttu. kilolu olmaktan nefret eden ve tlc'deki ağır yaşamlar fragmanını izleyemeyecek kadar şişman olmaktan (yani çirkin olmaktan, sevilmemekten) korkan biri olarak bu durumu değiştirmek istiyordum ve spora başladım. spora haftada en fazla 4 gün gidebiliyorum (haftada 5 gün açık) ve çok yiyorum. dışarıdan yemek söylemeyi azaltsam da tamamen bırakmadım, en fazla haftada bir cips yiyorum ve geri kalan her günde çikolatalı bir şeyler yemeyi ihmal etmiyorum. kafeinsiz ayakta duramıyorum, sürekli yorgunum, hiç mutlu hissetmiyorum. annem ve erkek arkadaşı sanki her gece içmiyorlarmış gibi sürekli "çok yedin, çok yiyorsun, kilo aldın" diyorlar iyiliğimi düşündükleri için :))))) en son "sen saldın her şeyi, tüm gün internettesin, hiç bir şey yapmıyorsun" temalı bir konuşma geçti, hatırlamak midemi bulandırıyor. annem "benimle hiç konuşmuyorsun" diyor sürekli. aşırı çalıştığı ve yorgun olduğu için çok tahammülsüz ve beni anlayamıyor. 3 - 4 sene sonra antidepresansız ilk ayım. annemle konuşmak istemiyorum çünkü sürekli aynı şeyleri söylüyor, "güçlü olacaksın, bunlar bahane değil, ben yemem bunları"... kimseyle konuşmak istemiyorum, evde yalnız kalmak istiyorum. libidom tavan yaptı. kendim başka olmak üzere kimseye katlanamıyorum. yüksek lisansa kabul edilebilmek için almanca ve ielts çalışmam lazım ama yapmıyorum. kendimi hiçbir şekilde geliştirmiyorum, bazen kitap okuyorum gerçi.
bütün bunları da yardım istediğim için yazıyorum, beni okuyan 3 kişiden biri anlar belki.

hiç hayatınızı değiştirmenizin elinizde olduğu, ama zaaflarınızdan vazgeçemediğiniz oldu mu? aciz misiniz? mal mısınız? ben malım.

29 Mart 2018 Perşembe

mor salkım

işte o salkımlar ksjdkjd ışık berbat olduğu için iğrenç çıktı ama
güzel ve canlı bi renkleri vardı aslında
bugün okuldan eve giderken genelde gitmediğim bir yoldan gittim. yol çitliydi ve bir köşesinde visterya ya da mor salkım denilen sarmaşıklar çiçeklenmişti. boyumun uzandığı bir tanesini kopardım, genelde bunu yapmam çiçeğin dalında güzel olduğuna inanarak ama bugün pek düşünmeden, yorgun kafayla bir salkım kopardım, çiçekleri daha tam açmamıştı. yolun devamında, ana yola çıkarkenki çimlerin üstünde iki koparılmış salkım daha vardı, onların çiçeklerinin çoğu açmıştı, onları da yanıma aldım. bunların hiç birinin çok mantıklı bir açıklaması yok, kokuları da çok güzel değildir ama renkleri güzeldir, muhtemelen o yüzden elimde 3 ince visterya salkımıyla (?) yürüdüm, dolmuşa bindim ve eve gittim. visteryaları su dolu bir bardağa koymayı düşündüm ama odam apartman boşluğuna bakıyor ve güneş almıyordu, yani bu yersiz bir çaba olurdu. sonra annemin bana sürpriz olarak aldığı mor ahşap kapaklı defteri hatırladım. kitaptan kutu yapılıyorsa defterden de yapılır diye düşünüp tam o anda o defteri kutu yapmaya karar verdim çünkü kapakları buna çok uygundu ve yeterince defterim vardı. ama o anda kutuyu yapamazdım, ben de çiçekleri koparıp defterin kapağını kapattım, üstüne 3-4 kitap koydum, haftasonu kutuyu yaparsam visterya çiçekleri orada kuruyacak. tüm bunları yaşarken ve yazarken aklıma başka bir şey de geldi, bu eylemi yapmamın manasızlığı ve çaresiz bir romantik olduğum gerçeği. çaresiz bir romantik dediysem, aklınıza romantik komedi ve ryan gosling hayranı biri gelmesin, gerçi lost river filmini çok beğenmiştim kendisinin. benim asıl anladığım dünyanın tüm kötülüğüne karşı koyamayan ama kalan bir kaç güzelliğe de sıkıca sarılan biri. hayat aslında gayet anlamsız ama ben onu anlamlı hale getirmeye çalışıyorum, umudum da var. tinder'da aşkı arayan biri gibi, bana söylenenden çok da çıkmamışım, kurallar dışında değilim (bazı şeyler haricinde) ama insanlığın geri kalanı için bu alışılmamış, tuhaf.

çok gereksiz ve saçma konuşuyorum değil mi?
bunlar yalnızlığın getirdikleri. kimsenin ve hiç bir şeyin doyuramayacağı bir yalnızlık.

18 Şubat 2018 Pazar

22

Yıllar yıllar önce nasıl bir yetişkin olacağım hakkında çok fazla fikrim vardı, bu konuda çok fazla hayal kurmuştum. Bir kere çoktan zayıflamış olacaktım, güzel olacaktım, dişlerim artık çarpık olmayacaktı. Upuzun saçlarım ve bir sevgilim olacaktı. Her şeyi yerli yerine oturtmuş olacaktım ve süüpppper giyinecektim.

Gerçek biraz farklı oldu.

Hala vermem gereken 20 küsür kilo var, tel taktıramadım ve bu saatten sonra taktıracak parayı da bulabileceğimi sanmıyorum. Çok güzel olduğumu düşünmüyorum, insanlar da beni güzel bulmuyor, ama bu bence benim kendimi nasıl anladığımla alakalı. Yemekle ve özgüvenimle alakalı sorunlarım olduğunu düşünüyorum ama bunları çözecek ne param ne de zamanım var. Bazen sadece zamanı geçirmek için yaşıyorum, bazen saniyelerin geçmemesini diliyorum, bence hayat bunların toplamı, çünkü gereksiz pazarlar olmasa, cuma ve cumartesiye bu kadar büyük bir anlam yüklemezdik sanayi devrimi sonrası tüketim toplumu olarak. Yani iyiyi bilmek için kötüden geçmemiz gerek. Ben aslında ne demeye çalışıyorum? Bundan tam bir ay 7 gün önce 22 yaşıma girdim. Genelde batı kültürüyle haşır neşir olmuş bir insan için yetişkinlik eşikleri 16, 18 ve 21'dir. 16'yken kafam o kadar karışıktı ki hem dibine kadar yaşamak hem de hiç bir şey yapmamak ve yemek yerken boğularak ölmek istiyordum. 18'ken öfkeli ve sarsılmıştım, damarlarımda kanla karışık hırs akıyordu. 21'ken yani geçen sene atacağım bazı adımları biliyordum, bunun getirdiği bir mutluluk vardı, bazı şeyleri kafamda çözmüştüm, çözemediğim ve asla çözemediğim bazı şeyleri de mutluluk hapının etkisiyle unutmayı ve boşvermeyi seçmiştim. Bu üç eşikte de yetişkin hissetmemiştim, şu an da hissetmiyorum. Çocukken bana çok olgunsun derlerdi, şimdi arkadaşlarımın yanında ben çocuksu kalıyorum. Beden ve para dolayısıyla tam istediğim gibi giyinemiyorum ama fena da giyinmiyorum. Stil konusunda risk almaktan çekinmem, insanların benim hakkımda ne düşündüğünü (genelde) umursamam, bu da 22 yıl için büyük bir kazanç işte. 22 neden bu kadar önemli? Çünkü beni 16, 18 ve 21'in sarsamayacağı kadar sarstı.

Bebekliğini gördüğüm uzak kuzenim şu aralar fıstık gibi bir genç kadın. Muhtemelen bu sene üniversiteye ya da lisenin son yılına geçecek. Çocukluğum artık "şu an" değil, çok sattığı için farklı şekillerde yeniden moda olmuş nostaljik öğelerin toplamı. Kışın üniversiteden mezun olacağım, gerçi o zaman 23 olacağım ama olsun. Anneannemin annemi doğurduğu yaştayım. Hiç öyle hissetmesem de topluma göre bir yetişkinim.  18 bunun başlangıcıydı. 22 de bunun üstünün fosforlu yeşil kalemle çizilmesi demek, belki de bu yüzden bu yaşıma bir blog yazısı adadım. Hala geleceğe dair tonlarla hayalim ve planlarım var, ama her şey giderek daha sınırlılaşıyor. 6 yaşımdayken dilediğim gibi hem aktris hem de bilim insanı olamam, ama 22 yaşımda akademisyenliğe giden yolda ilerlemeyi isterken hobi olarak da drag queenliğe el atmayı düşünebilirim. Ne de olsa yetişkinlik sorumluluk almaktan ibaret, tıpkı annesi çocuğa "hayır daha zamanı gelmedi" derken benim senenin ilk dondurmasını yemeye karar vermem gibi.